Ortaklığın giderilmesi davası nasıl engellenir ?

Umut

New member
Ortaklığın Giderilmesi Davası Nasıl Engellenir? Toplumsal ve Hukuki Bir Bakış

Selam forum ahalisi!

Bugün uzun zamandır aklımı kurcalayan bir konuyu masaya yatırmak istiyorum: ortaklığın giderilmesi davası, namıdiğer “izale-i şuyu” davası. Özellikle miras kalan taşınmazlarda veya birlikte alınan mallarda, ortaklar arasında anlaşmazlık çıktığında bu dava sıkça karşımıza çıkar.

Ama mesele sadece hukuki değil. Çünkü bu davalar, aile bağlarını, toplumsal değerleri, hatta cinsiyetler arası ilişki dinamiklerini bile etkileyebiliyor. Kimi zaman kardeş kardeşe düşüyor, kimi zaman dostluklar bozuluyor. Peki bu noktaya gelmeden önce, bu tür davaları nasıl engelleyebiliriz? Ve bu engelleme sürecinde kadınların ve erkeklerin farklı yaklaşımları bize ne söylüyor?

Ortaklığın Giderilmesi Davasının Tarihsel Arka Planı

Ortak mülkiyet kavramı, insanlık tarihi kadar eski. Osmanlı döneminde “şüyu” yani ortaklık, aile mülklerinin korunması açısından doğal kabul edilirdi. Topraklar, zenginlik ya da miras, genellikle aile içinde kalır, bölünmeden korunurdu. Ancak zamanla modern hukuk sistemine geçilmesiyle birlikte, “izale-i şuyu”, yani ortaklığın giderilmesi hakkı doğdu. Bu, bir yandan bireyin mülkiyet hakkını korumayı amaçlarken, öte yandan aile içi dayanışma anlayışını zayıflattı.

Geçmişte, özellikle kırsal toplumlarda “ortak mal” fikri, bir tür güvenceydi. Tarlalar, evler ya da bahçeler birden çok kişiye ait olsa bile, aile içinde paylaşım anlayışı hâkimdi. Ancak şehirleşme, bireyselleşme ve ekonomik baskılar, bu düzeni sarstı. Artık herkes “kendi payına düşeni almak” istiyor. İşte tam bu noktada, ortaklığın giderilmesi davası bir çözüm değil, çoğu zaman çatışmanın yasal biçimi haline geliyor.

Bugünün Dünyasında Ortaklık ve Çatışma Dinamikleri

Günümüzde bu davaların artmasının arkasında sadece ekonomik nedenler yok; aynı zamanda değişen sosyal ilişkiler de büyük rol oynuyor. Özellikle miras kalan evlerde ya da arsalar üzerindeki anlaşmazlıklar, aile içi iletişimsizliğin ve güven eksikliğinin bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.

Kadınlar açısından bakarsak, birçok durumda ekonomik bağımsızlıklarını koruma veya güvence altına alma isteği ön plana çıkıyor. Kadınlar genellikle empatik ama aynı zamanda “geleceği düşünme” eğiliminde oluyorlar. Birçok kadın, davayı engellemek için duygusal bağları güçlendirmeye, aile içi diyalogu canlandırmaya çalışıyor.

Örneğin, “Ev kalsın, ama ailemiz dağılmasın.” düşüncesi kadınlar arasında sıkça dile getiriliyor.

Erkekler ise genellikle stratejik ve sonuç odaklı yaklaşıyor. Onlar için mesele daha çok “mülkün nasıl bölüneceği” veya “hangi yolun daha avantajlı olduğu” etrafında dönüyor. Bu farklı bakışlar bazen birbirini tamamlıyor, bazen de çatışmaya yol açıyor. Ancak ortak bir noktaları var: kimse kaybetmek istemiyor.

Hukuken Ortaklığın Giderilmesi Davası Nasıl Engellenir?

Hukuki açıdan bakıldığında, bu davayı tamamen ortadan kaldırmak zor, ama önceden alınacak önlemlerle engellemek mümkün.

İşte birkaç temel strateji:

1. Paydaşlar arasında sözleşme yapılması:

Ortaklar kendi aralarında bir sözleşme imzalayarak, ortaklığın belirli süreyle sona erdirilemeyeceğini kararlaştırabilir. Bu, Medeni Kanun çerçevesinde geçerli bir uygulamadır.

Bu madde, genellikle “birlikte kullanım düzeni” oluşturan ailelerde işe yarar.

2. Miras paylaşımı öncesi uzlaşma:

Miras açıldığında taraflar oturup profesyonel bir arabulucu eşliğinde anlaşabilir. Özellikle kadınlar, bu süreçte duygusal bağları koruyarak daha ılımlı çözümler üretebilir.

3. Önalım (şufa) hakkının kullanılması:

Bir paydaş payını üçüncü bir kişiye satmak isterse, diğer paydaşların öncelikli satın alma hakkı vardır. Bu, mülkün “yabancıya gitmesini” engeller.

4. Kat mülkiyeti veya ifraz işlemleri:

Taşınmaz bölünebilir nitelikteyse, tapuda ifraz (ayırma) işlemi yapılabilir. Bu, ortaklığı fiilen bitirir ve davaya gerek kalmaz.

5. Satış yerine kira sözleşmesi:

Ortak malın satılması yerine, bir paydaşın diğerlerine kira ödemesi gibi bir formül geliştirmek de çözüm olabilir.

Bu yollar, hem hukuki hem de insani açıdan daha sürdürülebilir sonuçlar doğurur.

Cinsiyet Perspektifinden Ortaklık Anlayışı

Kadınlar çoğunlukla “birlikte kalma” refleksiyle hareket ederken, erkekler “sonuca varma” eğilimindedir. Bu farklılıklar bazen tartışma, bazen de denge yaratır. Kadınlar için ortak mülkiyet, bir tür topluluk hissi taşır; geçmişle, aileyle, hatıralarla bağ kurar.

Erkekler içinse ortaklık, yönetim, planlama ve sorumluluk anlamına gelir. Bu yüzden davalar sırasında erkekler daha çok “mantıksal çözüm” arayışına girer, kadınlar ise “bağ kurmayı sürdürmek” ister.

Aslında bu iki yaklaşım bir araya geldiğinde, davaları önleyecek en güçlü dengeyi oluşturur. Kadının duygusal zekâsı ve erkeğin stratejik bakışı birleştiğinde, hem aile içi barış hem de malın korunması mümkün olur.

Toplumsal Yansımalar ve Geleceğe Bakış

Bu davaların artışı, yalnızca miras veya mülkiyet meselesi değil; toplumun bireyselleşme sürecinin bir yansımasıdır. Artık insanlar ortaklık yerine kişisel mülkiyetin huzurunu arıyor. Ancak bu, toplumsal bağların zayıflaması anlamına da geliyor.

Gelecekte bu eğilim sürerse, aile mülkü kavramı büyük oranda ortadan kalkabilir. Bunun yerine “ortak yatırım birlikleri” veya “aile vakıfları” gibi daha kurumsal modellerin gelişmesi olası. Bu modeller, hem paylaşımı korur hem de davaları minimize eder.

Ayrıca dijital tapu sistemleri, yapay zekâ destekli mülkiyet planlamaları ve uzaktan arabuluculuk hizmetleri gibi teknolojik gelişmeler, bu tür anlaşmazlıkları çözmede önemli rol oynayabilir.

Sonuç: Hukuktan Fazlası, İnsan Hikâyesi

Ortaklığın giderilmesi davası, sadece bir tapu meselesi değil; insanların birbirleriyle olan bağlarının nasıl kurulduğunu ve nasıl koptuğunu gösteren derin bir insan hikâyesidir.

Kadınların empati dolu yaklaşımları, erkeklerin stratejik çözümleriyle birleştiğinde, bu hikâye hem adil hem insani bir son bulabilir. Asıl mesele, kazanmak değil; birlikte kaybetmemeyi öğrenmektir.

Forumda siz ne düşünüyorsunuz?

Bir miras veya ortak mülkiyet sürecinde duygusal bağları mı, yoksa mantıksal çözümleri mi önceliklendirmek gerekir?

Yoksa ikisini bir araya getirmek, geleceğin en sağlam hukuki stratejisi mi olur?